Ben nedense okul hayatım içinde, ilkokuldan lise sona kadar, çok sık sınıf başkanı oldum. Ve tahmin edersiniz ki, zaman zaman öğretmenlerim herhangi durumda bana "kimin yaptığını" sorsa, asla cevap vermezdim. Bunun son örneğini lise birinci sınıfta yaşamıştım ve tüm sınıfın içinde azarlandığımı bugün gibi hatırlarım.
Yine de, arkadaşımı söylemedim.
Biz böyle büyüdük. Birbirimizi ispiyonlamaz, jurnalci olmazdık...
Elbette bunun bir sınırı vardı. Sınıfta cam kıran birini öğretmenimize söylemezdik belki ama örneğin birinin diğerine şiddetini de kabul etmezdik. Birbirimizi korur, kollardık.
Yani biz bir bütündük, birlik ve beraberlik içindeyken, aramızda güven ve bundan doğan dostluklar kurduk. O dostluklar, aradan geçen 35 seneye rağmen hala sapasağlam!
Tabii, okul örneği nasıl yetiştiğimizle yakından ilgilidir ve etik yaşamlarımızın da, ya da etik dışı, birer göstergesidir. Örneğin ispiyonlamamak ayrıdır, yalan söylemek ayrı. Yani kendimizi veya bir yakınımızı kurtarmak için bir başkasına suç atmazdık, yalan uydurmazdık. Söylediğimiz en büyük yalan, sınıftan kaçtığımız zamana ilişkin olabilirdi fakat bir başkasını suçlayacak bir yalanı söylemeyi düşünemezdik bile!
İşte bunlar, adaletin yerleşmesi için de çok önemlidir. Etik olmadan, değerler sağlamlaşmadan bir toplumda adaleti sağlayamazsınız. Dahası bir toplumda birlik ve beraberlik ancak bireylerin birbirlerine güven duymasıyla mümkün olur. Bu açıdan birbirlerini ispiyonlayan, kendi başını kurtarmak için yalan söyleyen, ve hatta, sırf sevilmek, pohpohlanmak, mağdurluktan çıkar elde etmek için iftira atan ve adaletsizliğe ses çıkarmayan insanların yaşadığı toplumlarda, birbirlerine en yakın görünen kişiler arasında bile, güven inşa edilemez. Herkes başını yastığa koyduğunda huzursuzdur, sürekli savunma halindedir, korku içinde yaşar ve bu korku onlara o güne kadar düşünemediklerini ve dahi, yaptırabilir.
Bir düşünün, hangimiz yanımızdaki komşumuza güvenemeyeceğimiz bir yaşamı isteriz? Bu durum, "benim hiç başıma gelmez" diyen toplumlarda bile gerçekleşmiştir! Eski Yugoslavya veya Ruanda birer örnektir ve milyonlarca insan birbirini katletmiştir! Bu duruma ise, bir anda gelinmemiştir. Kutuplaştırılmış bir topluma dönüştükleri için iç savaş yaşamışlardır.
Kutuplaşmanın tırmandığı toplumlarda bireyler saf tutmaya zorlanır, iyi-kötü veya doğru-yanlış keskinleşir ve bu keskinlik, güçlü olanın baskısıyla doğru orantılı gerçekleşir. Zarar görmekten veya dışlanmaktan korkan bireyler, doğru bulmasalar bile, baskıya ses çıkarmayabilir, menfaat elde etmek için jurnalcilik yapabilir, sırf ispiyonlamakla kalmadan, yalan beyan verebilir ve hatta diğerleri kabul ettiklerine iftira atabilirler.
Bu toplumsal çöküştür.
Toplumsal çöküşün panzehiri, birlik ve beraberlik ve bireyler arasında yeniden güven inşasıdır. Güven için bir kişinin bile çıkıp gerçekleri söylemesi ve gerçeklerin yanında olması yeterlidir çünkü o kıvılcım nice vicdanların sesi olarak, yankı bulur.
Gerçek, en iyi yalandan daha iyidir ve gerçekler tüm toplumda güveni pekiştirir.
Birinin, ne olursa olsun, gerçekleri söyleyeceğini bilmekten daha güven verici ne olabilir ki? O kişi, hangi ideolojiden olursa olsun, hangi din veya etnik kökenden olursa olsun, toplumun tamamı o kişiye güvenir.
Güvenin olduğu yerde adalet, cesaret ve saygı yeşerir. Adalet, cesaret ve saygının olduğu yerde farklılıklar değer bulur. Farklıkların değer bulduğu yerde toplum zenginleşir, fikirlerden fikirler çıkar, özgürlük ve demokrasi güçlenir.
Sözün özü, zor günlerden geçmekteyiz. Tüm zorluklara rağmen gerçekleri sevin. Gelecek nesillerimize gerçekleri söylediğimiz ölçüde, cesaretle yaşadığımız oranda, birlik ve beraberliğimiz nispetinde güzel günler bırakacağız.
Bu vesileyle bizi yetiştiren ailelerimize ve öğretmenlerimize, daima sevgi ve saygıyla birbirimizi kucakladığımız ve yakinen tanıdığım dostlarıma veya sosyal medya aracılığıyla tanıdığım siz güzel arkadaşlarımıza da teşekkür ederim.
Hepinize sevgiyle.
Comments