Ben hukukçu değilim ama hukukun felsefesini okumuş adalet duygusu güçlü bir bireyim. Ve benim anladığım hukuk her şeyden önce yaşayan, canlı bir sistemdir. Neredeyse varoluşun temeli ve insanoğlu açısından birlikte yaşamanın kesinlikle temel direklerinden biridir.
İkincisi bu temel direk, sağlıklı ve uygar bir toplum için sürekli beslenmelidir ve her değişik durumda, temelini güçlendirecek sağlam ve örnek kararların çıkmasıyla varlığını devam ettirebilecektir.
Üçüncüsü, devlet, toplum ve uygarlıkla birlikte adaletin sarsılmaz kaynağı, daha da önemlisi mutlaka sağlayıcısı ve dağıtıcısı olmak zorundadır.
Dün hepimizin içini yakan ve ilk olmadığı gibi, bu hükümet ve muhalefetle de son olmayacağını bildiğimiz cemaat yurdu trajedisi okuduk.
Atatürkümüz'ün Cumhuriyetimizi emanet ettiği o güzel gençlerimizden biri, intihar etmeden önce, kendisini etrafındaki tüm yetişkinlerden daha da yetişkin ve sorumlu hissederek, yaşadıklarını ders alınması için kaydetmiş, kaydetmekle de yetinmemiş yazıya da döküp paylaşmış ve hayatına, içindeki çaresizlikle son vermişti.
Dinin, her bireyin özgür seçimi olması gereken bir Cumhuriyette, yıllarca din baskısıyla yaşaması yetmediği gibi, tıp kazandığı bir dönemde de bir Cemaat Yurduna hapsedilmişti. Babasına yaşadıklarını anlattığı halde babası kalmasında ısrarlı olunca çıkış görememişti.
Ve her bireyine gelecek vaat etmesi gereken bir devleti yöneten hükümet, 19 senedir uyguladığı din baskısı ve "ya bendensiniz, ya yaşam ve kariyer hakkınız yok" yaklaşımıyla gençlerimizin tüm ümitlerini ellerinden almaktaydı.
Baba, "25 yıldır cemaatteyim, hiçbir zararını görmedim, şikayetçi değilim" derken, son nefesini vermeden önce Enes, "ben ölüyorum ama arkamda bıraktığım iki kız kardeşim daha da zor durumda..." diyerek onların kurtarılmasını da, yazısını okuyan herkese adeta vasiyet etmişti.
Bir genç, kendi ölürken hala can kurtarmak için uğraş vermekteydi!
Adalet ve devletin olduğu yerde, babanın şikayetçi olmaması, asla önemli değildir. Çünkü sorumlu olanlar arasında, suçlu olanlar arasında babanın kendisi de vardır.
Bir kaç sene önce Kuran kursunda yanan gencecik kız çocukları için "cemaatten şikayetçi değiliz" diyen babaları nasıl suçlulardıysa, bu baba da suçludur.
Suçludurlar çünkü:
Çocuklarına madden ve manen baskı uygulamışlardır.
Çocuklarına istemedikleri şeyi zorla yaptırmakla, onlara şiddet uygulamışlardır.
Çocukları şikayet ettiği halde bunu dikkate almayarak ölümlerini hazırlamışlardır.
Sorumlu ebeveyn olarak çocuklarına güvenli bir hayat sunmaları gerekirken, onları güvensizliğe bırakmışlardır.
Eğitim haklarını ellerinden alarak onları istemedikleri okullara ve kurslara yollamışlardır.
Eğlence, neşe, keyif haklarını ellerinden alarak istemedikleri yaz okullarına ve kurslara mahkum etmişlerdir.
Fakat devleti yöneten hükümet, babadan çok daha fazla suçludur!
Çünkü devlet her vatandaşının iyiliğinden, refahından, adil eğitim, sağlık ve barınma hakkından, özgürlüğünden ve güvenliğinden sorumludur. Devlet, ana-babanın çocuklarına iyi davranamadığı durumlarda, çocuğun iyiliği için yaptırım uygulayacak kadar sorumluluk ve yetkiye de sahiptir!
Ve devlet, şikayetçi olmayan bir baba olsa bile, savcısıyla harekete geçerek soruşturma açmak ve adaleti sağlamakla yükümlüdür!
Bu hazin olayda çok net gördüğümüz ve aslında en fazla içimizi acıtan konu şudur: Baba ve devleti yöneten hükümet birlikte suçludur! Birlikte suç ortağıdırlar...
Daha önce cemaatlerde uğranan tecavüz, taciz, şiddet ve hatta ölümleri bile "bir kereden bir şey olmaz" diye açıklayan ya da konuyu hasıraltı edebilen, tecavüzcü din hocalarını serbest bırakan ve adaletin bağımsızlığını ortadan kaldırmış bir hükümet, devleti yönetirken gerçekten adaleti sağlayabilir mi?
Bütün bu olanlara sessiz kalan bir muhalefet, muhalefet midir?
Herhangi Baro veya Barolar Birliği, bu konuda çalışan herhangi STK veya Çocuk Esirgeme Kurumu adım atıyor mu? Atmıyorlarsa, suçludurlar.
Herhangi savcı harekete geçti mi soruşturma başlaması için? Açmıyorsa savcılar suçludurlar.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı adım attı mı?
Ya Diyanet?
İşte hepsi elbirliği ile çocuklarımızın ve gençlerimizin uğradığı şiddetten sorumludurlar!
Ve bir toplumda, bu tür trajediler yaşanırken adaletin sağlanmasına sus yapan herkes ya da adım atmayan herkes suç ortağıdır.
Çünkü hukuk yaşayan bir varlıktır. Toplumda gelişen olaylarla birlikte hukuk da gelişir ya da 19 senedir ülkemizde olduğu üzere yok edilir.
Adalet oysa, mülkün değil, insanın, onun seçme hakkı ve özgürlüğünün ve insanlığın temelidir. Adaletin olmadığı yerde, insanlık da yok olur.
Bizim var olmamız ve varlığımızı devam ettirebilmemiz için adaleti beslememiz ve sağlamamız şarttır!
Comments