Dinler tarihi bize tek tanrılık anlayışıyla dinlerin bir yeryüzü krallığına dönüşmesinin kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. Kralın, tanrının yeryüzündeki temsilcisi olduğu iddiası ise Mısır'da başlar. Tüm tanrılar, Ra'nın; yani Güneş tanrısının parçasıdırlar ve Ra bu açıdan tek tanrıdır. Yahudilik ve İslamiyet'e bu durum tanrının isimleri-sıfatları olarak geçmiştir.
Büyük Gize Sfenksinde yüzü olan Kefren (Khaf Ra), tanrı soyundan geldiği iddiasıyla Kral olurken, ondan sonrakiler de bu iddia ile tanrının yeryüzündeki hakimiyeti konumunu almışlardır.
Ve kral, tanrının yeryüzündeki hakimiyeti ise krala kim karşı çıkabilir ki?
Bugün çokça dile gelen firavunlaşmak aslında budur. Ve Musa, gücünü tanrıdan alan ve her şeyi yapma yetkisini kendisinde toplamış, halkları tam anlamıyla bağımlı birer köle haline getirmiş Firavun'a karşı bir bağımsızlık savaşçısıdır aslında. Onun, o dönemde yapabileceği en iyi şey, dönemin gücü olan tanrı emriyle arkasından (sorgusuzca kabul görerek Yahudileri bir arada tutacak 10 emir ile) insanları sürüklemek olabilirdi... Nitekim Yahudiler'in din kitapları aslında kendi tarihlerinin kitaplarıdır. Bu tarih kitaplarında Musa öncesindekiler de artık birer peygamber kraldırlar. Yahudiler, tüm savaşlarını "tanrının kendilerine vaat ettiğine" inandıkları ve kendilerini "seçilmiş" gördükleri için yaptılar ve yapmaktalar. Seçilmişlik düşüncesi, onların yaşadıkları her toplumda önemli mevkilere gelmesini sağlamıştır.
İsa, zamanla firavunlaşan Yahudi krallığına bir başkaldırmadır. O, giderek sistemleşmiş ve insanları köleleştirmiş bir dinde, sevgiyi yeniden çoğaltmanın yoludur. Nitekim insanları bir araya toplayarak onlarla sohbet edip, onların içlerine umut ekendir. Katılığın karşısında şefkattir, şiddetin karşısında merhamettir. İznik Konseyine kadar pasif direnişçi bir din olan Hristiyanlık, Konsey'in kararı ile Just War kavramını dine kazandırırken, bu "savunmak için savaş" 1100'lere gelindiğinde Haçlı Seferleri'ne dönüşecek kadar sistemleşmiş bir dinin şiddet aracı olmuştur. İsa'nın dolaşarak yaptığı sohbetler, dinin tüm dünyaya yayılması eylemine dönüştükçe, İsa'nın umut, sevgi ve merhameti yerine Hristiyanlar örneğin Kuzey Amerika'da Kızılderilileri yok etmiş, Güney Amerika toplumlarını ya katletmiş, ya da katolikleştirmiş ve Afrika'da da, zenginleşme aracı olarak din ile yerel halkı sömürmüşlerdir.
İslam da Yahudilikten özünü alan, bu açıdan aslında Mısır kültüne dayanan bir dindir. Muhammed'in Arap kabilelerini birleştirme ve sonradan da yayılmacılıkla zenginleşme aracı olarak da işe yaramıştır. Muhammed, tüccar kökenlidir ve kervanlarla seyahat ettiği yol boyunca Yahudi tarihini dinleme olanağı olmuş ve Mısır'a kadar gidip oranın eski kültüne ait bilgileri de edinebilmiştir. Nitekim Muhammed de, putları yıkmış ama yeni dine çok da itiraz edilmemesi için put isimlerini yok etmemiş ve ilah anlamına gelen "El Al"adıyla tek tanrısını adlandırmıştır (Arapça Tanrı anlamına gelen İlah’ın Aramice kökeni Elah, İbranice Eloah’tır). Böylece peygamber olarak tanrının yeryüzündeki hakimiyetini almış ve yaptığı her savaşa da, Hristiyanların haçlı seferleri gibi, meşruiyet kazandırmıştır.
İşin ilginç tarafı, Osmanlı'nın Halifeliği Mısır'dan almış olmasıdır.
Kendisini tanrının yeryüzündeki hakimi-halifesi olarak gören her lider, hangi dine kendisini dayandırırsa dayandırsın, firavunlaşır. Çünkü onun gücünü kısıtlayacak, yaptıklarını sorgulayacak, adaletsizliğini durduracak herhangi güç yoktur. İnananların cahil ve fakir olması bağımlılaştırılmalarını ve köleleştirilmelerini kolaylaştırdığı için de, hakimiyetin firavunlaştığı her dönem, halk cahil ve fakir bırakılmıştır.
Ve bunun daima sistemleşmiş din adına ve maalesef Allah adına yapıldığı iddia edilmiştir.
Yani 3-5 kişinin dünyevi hırsları için milyonlarca insan din ve Allah adına katledilmiş, eziyet görmüş, savaştırılmış veya köleleştirilmiştir.
Comments