Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş temellerinden biri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış!” sözüdür. Aslında bu sade söz yeni Cumhuriyet için oldukça önemli bir mesajı içerir: Birincisi yurtta barışı devamlı kılarak, savaş için harcanacak maddi ve manevi gücü ülke menfaatlerine kullanalım ve sürdürülebilir kalkınma ve iyi eğitimle aydın bir ülke olalım. İkincisi Osmanlı’dan gelen yayılmacı ve çatışmacı imajı değiştirerek, uluslararası boyutta da, başta komşularımız olmak üzere işbirlikleri yaparak, ülkemizi barış ile eş anlamlı kılıp, dünya bu yönde katkı koyalım.
Atatürk, iç ve dış siyasetin birbiriyle uyumlu, birbirini besleyen bir yapıda olması gerektiğini çok iyi bilen, vizyoner bir liderdi! Örneğin Türkiye’nin gelişmiş bir ülke olması hedefken ve gelişmiş ülkeler arasında yer alması istenirken, içte geri kalmış bir millet olamazdı ve bu sebeple eğitime önem verdi. Ve sadece eğitime önem vermedi; kendisi de bir lider olarak okuyan, araştıran, kütüphaneleri önünde fotoğrafı çekilen, tahta başında okuma öğreten, okulları teftişe çıkan ve memleketin öğrencileriyle kucaklaşan bir lider oldu...
Yaptığıyla örnek bir liderdi. Nitekim, ondan sonra gelen liderlerimiz de üniversite mezunu, aydın, okumuş kişilerdi ve bunu konuştukları dillerden başlamak üzere, tüm görgüleriyle vatandaşlarına yansıtırlardı. Her ne kadar Demirel köylü imajıyla bilinse, Ecevit kasketiyle anılsa ve Özal takunyalı diye çağrılsa da, hepsi okumuş ve zeki liderlerdi. Bu sebeple, iç siyasette ayrı söylem, dış siyasette farklı söylem geliştirmediler. Elbette her bir lider için oy alıp iktidar olmak önemliydi; bununla birlikte olması gerektiği gibi, devleti daima kendilerinden daha büyük, menfaatleri korunması gereken bir yapı olarak gördüler, kabul ettiler ve hizmet verdiler. Dahası, ülkeyi kendi partilerine hizmet eder bir duruma da, getirmediler. Herhangi parti içinde yer alırken, Kurucu dahi olsalar, o parti ülkeye hizmet eden bir parti oldu; liderine veya partililerine değil. Örneğin Ecevit, tüm ambargo tehditlerine rağmen, Türkiye Cumhuriyeti ve Kıbrıslı Türkler’in yararına olacak şekilde, Kıbrıs Barış harekatını yapabilmişti.
O halde ne oldu da, bizler iç ve dış siyasette farklı söylemler duymaya başladık? Ne oldu da, dış siyaset hakkında ülke içinde dile gelenler hükümeti desteklerken, dile gelmeyenler veya getirilmeyenler ülkemizin zararına olmaya başladı?
Örneğin yurt dışı basında ülkemizin ekonomik iflası pek çok farklı yayında dile gelirken, içte “dolara artık bakmıyorum” diyen veya enflasyon verilerini manipülasyonla açıklayan ve sanki ülkemiz dünyanın en zengin ülkesiymiş gibi davranan bir Hazine Bakanı olabiliyor?
Birleşmiş Milletler kararına aykırı olarak Katar bandıralı gemilerle Türk hükümetinin Libya’ya silah sağladığı BBC’de, uydu görüntüleri de dahil olmak üzere, haber oluyorken, iç siyasette Libya bir başarı olarak aktarılıyor?
İsrail ile her türlü ticari faaliyet ve anlaşmalar yürümekteyken, neden hükümetin tüm iç siyasi söylemleri İsrail karşıtı?
“Dünya beşten büyüktür” şeklinde Birleşmiş Milletler’de konuşma yapılırken, ülke içinde hükümetin verdiği her ihalenin beş şirkette kalması nasıl açıklanabilir?
İçte Yunanistan ile kavgalıymış gibi görünürken, Ege’deki 16 ada nasıl Yunanistan’a verilebilir?
Rahmetli Demirel, kendisinin konu edildiği komedilerde kahkahalarla gülerdi. Zeki Alasya-Metin Akpınar komedilerinde siyasete mutlaka söz söylenir, eleştiri yapılırdı ve "Olacak O Kadar" programında rahmetli Levent Kırca her siyasetçiyi eleştirebilmişti. Yine rahmetli Öztürk Serengil, dönemin Başbakanı Demirel için şu şarkıyı söylemişti.
...
uyuttun bizi süleyman
dağıttın bizi süleyman
yatırdın bizi süleyman
nereye tüydün a süleyman
bu kazığı atan bize sensin
tabii, şimdi halimize gülersin
sen bizim sokaktan geçersin
kazıkladım, kazıkladım...
Bugün, dış siyasette bağımsızlıktan veya örneğin Filistin’e özgürlükten söz eden Türk hükümeti, içte nasıl oluyor da, her eleştiriyi veya espriyi “hakaret” olarak kabul ediyor ve neredeyse basının tamamı hükümet yanlısı?
Buraya kadar verdiğimiz örneklerden yola çıkarak, iç siyasette kazanmak ve iktidarı korumak için yapılan her söylemin, Türkiye’yi dış siyasette daha kötü bir duruma soktuğunu söyleyebiliriz. Çünkü artık geldiğimiz noktada ülkemizin uluslararası saygınlığına zarar veren yıkıcı cümleler de söylenmekte ve bunlar yabancı ülkelerle bizi krizlere sokmaktadır.
İşte bir kaç örnek:
Avusturya'ya: "Kendine çeki düzen vermezsen, olay farklı yöne gider."
Fransa'ya: "Avrupa Müslümanlara açtığı cepheyle kendi sonunu hazırlıyor. Size rahat olmayacak."
Batı'ya: "Bizim de kendimize göre argümanlarımız var, atacağımız adımlar var."
İkincisi, ülkemiz vatandaşlarının gerçeklikle bağı kopmakta ve olan bitene karşı bütünsel ve tarafsız bakışı kalmamaktadır. Buna yakın bir dönemi 1980 öncesinde yaşamıştık. O zamanlar sağ sol diye ayrılan ülkemiz vatandaşları, bugün Atatürkçü-dinci (ya da Batılı-Arapçı) ikileminde benzer gerçeklik algısını kaybederek, birbirine diğeri gözüyle bakmakta ve ülkemizin genel menfaatleri, iyiliği, refahı yerine gruplar kendi ideolojileri ve maddi çıkarları için mücadele etmektedirler!
Neden mi?
2001’de Ecevit’e yazar kasa atan bir esnaf vardı; kimileri o esnafı hatırlar. 2018’de verdiği bir röportajda AKP’li bir belediyede şeflik statüsünde çalışırken, ülkemizin durumunu, 2001’den daha iyi diye açıklamıştı. Aynı kişi daha da ileri giderek: "Bu sene (2018 yılı) ABD'nin sonunun geldiği sene olacak. Çünkü bu sene dolar dünyada batacak, bitecek. Şu anda dolarını bozdurmayanlar çok kötü hüsrana uğrayacaklar.” demiştir.
Ülkemizin yarısında sağlık hizmeti özel hastaneler ve özel sektör yatırımı şehir hastaneleri ile verilirken, Sağlık Bakanı da özel bir hastanenin sahibidir. Maalesef, pek çok ülke Türkiye'mizi “korona verileri açısından” güvenilmez bulmakta ve riskli ülkeler sınıfına sokmaktadır. Bununla birlikte, milli ve yerli olduğu söylenen şehir hastanelerinin itilaf çözüm yeri neden İngiltere sorusu cevap bulamaz.
Ülkemizin yarısından fazlasında eğitim özel okullar vasıtasıyla yapılırken, Milli Eğitim Bakanı da özel bir okulun sahibidir. Maalesef uluslararası puanlama sistemlerinde Türkiye'mizin eğitim kalitesi bazı Afrika ülkelerinin de gerisine gitmektedir. Kaldı ki, sıradan vatandaş çocukları İmam Hatiplerde okumaya mecbur edilirken, siyasetçilerin çocukları neden yabancı okullarda okur?
Ülkemizin gözbebeği Mehmetçik önemsizleştirilir ve ülkemizin güvenliğinin garantisi ordumuz paralı askerlerden oluşturulurken, maalesef cihatçılar para karşılığında, Türk Ordusu yönetiminde çatışmalara sokulmaktadır. Oysa hepimiz tarihten “devşirilmiş Yeniçerilerin” Osmanlı’yı perişan ettiğini biliriz, öyle değil mi?
Turizm Bakanı ülkenin en büyük ve tekel konumundaki seyahat acentesinin sahibidir ve maalesef ülkemizdeki restorasyon çalışmaları tüm dünyanın hayran olduğu nice yapıyı bozmuştur.
Örnekler çoğaltılabilir fakat bunlardan çıkan sonuç nettir: Kurumların çoğu tarafsızlığını kaybetmiş, bürokratların hemen hepsi, ülkeye değil partiye hizmet eder olmuştur.
Vatandaşına hizmeti öncelemesi gereken Türkiye Cumhuriyeti devleti, sosyal devlet yapısından çıkarak piyasa devleti olurken, bunu kabullenmiş veya izlemekte olan halk da, piyasa toplumu haline gelmiştir. Bu ise, tarafsız bir devlet yönetimi yerine, devletin neredeyse bir aile şirketi şeklinde yönetilmesi sorununu ve sonucunu doğurmuştur.
Sözün özü, Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk döneminde olduğu gibi dünyadaki konumunu güçlendirme, saygınlığını arttırma ve gelişmiş ülke seviyesine çıkma hedefiyle içte politika üretmek yerine bambaşka bir yola girmiştir. Son yıllarda önce iç ve dış siyasi söylemlerin birbirinden farklılaşmasına tanık olduk, ardından içteki menfaat gruplarını beslemek üzere dış politika üretilmesine tanık olmaktayız. Geldiğimiz noktada, sanki cesur bir hareketmiş gibi sunulan içteki çatışmacı yaklaşım dış siyasette de çatışmacılığı başlatmıştır. Cumhuriyet döneminin içten dışa akseden aydınlanmacı ve barışçıl yaklaşımları bugün içten dışa yansıyan hedefsiz ve kavgacı söylemlere dönmüştür. Ülkenin bir kesimi Lozan Antlaşmasının 2023 tarihinde sonlanacağı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin eski Osmanlı topraklarını geri alacağına dair gerçeklikten uzak bir yalan dünyasına sürüklenmiştir.
Devletimizin en kısa zamanda, ülke içinde eşitliği, adaleti, özgürlüğü, refahı, barışı, kalkınmayı, gelişmeyi sağlayacak iç siyaset adımlarını atması ve dışta da bu siyaseti besleyecek yepyeni stratejileri belirlemesi gerekmektedir. Çünkü iç ve dış siyasetteki bütünlük, her ülkeyi gelişmişlik seviyesine çıkaracağı gibi, o ülke vatandaşlarını da da tam bir işbirliğine ve beraberliğe taşır.
Comments