6 Şubat depremi sonrası hepimiz büyük şok ve kayıplar yaşadık. Kış koşullarında bir tarafta kaybettiğimiz canlar, diğer tarafta yıkılan binalar ve durumu daha da vahimleştiren koordinasyonsuzluk derken, hepimiz elimizden gelenin en iyisini yaparak bir uçtan destek olmaya çalıştık.
14 Mayısta seçimlerin yapılacağının açıklanmasıyla, durum daha bir acımasızlaştı.
Depremzedeler ve yapılan, yapıldığı iddia edilen, yapıldığı söylenen ama yapılmadığı ortaya çıkan destekler tam anlamıyla siyasi bir şova dönerken, hükümet apar topar inşaata başladı.
Öyle ki, sanki bu deprem çok önceden bekleniyor, biliniyor ve planları da hazırlanmış gibiydi!
Elbette büyük çoğunluk, evlerin, hemen seçim öncesi bir siyasi adım ve hükümet lehine oy için yapıldığını biliyordu. Çünkü bilimsel anlamda ortada bir araştırma, raporlama ve sonrasında bir inşaatlaşma yoktu. Hatta bazı bilim insanları evlerin henüz yapılmaması taraftarıydı!
Ben olaya bir başka açıdan bakmak istiyorum.
6 Şubat depremiyle yıkılarak hemen hemen yok olmuş bölgelerimizde yeniden yapılanma rekreatif ve sürdürülebilirlik ilkeleriyle yapılmalıydı. Rekreatif ve sürdürülebilirlik derken “geleceğin yapılaşmasından” söz etmekteyim!
Sürdürülebilirlik çalışması daha enkazların kaldırılma aşamasında “çöp ve atık ayırımıyla” başlayabilirdi.
Alt yapıyla, çöplerin atık olarak ayrıştırılmasına geçilmesi sağlanabilirdi. Böylece bu bölgelerde, “yeni yerleşim, yeni yaşam kültürü” olarak formüle edilebilir ve elde edilen atıklar örneğin bölgeye enerji sağlanmasında kullanılabilir veya yeniden üretilmiş ürün olarak değerlendirilebilirdi.
Çocuklar bu kültürün bir üyesi olarak, yeniden üretilmiş materyallerle tasarlanmış oyun alanlarına sahip olabilirdi.
Bölgedeki tarım arazileri ekolojik tarıma dönüştürülebilir, atıklardan elde edilen organik gübre ile tarım yapılabilirdi.
Sokak köpekleri, afet hayvanları olarak yetiştirilebilir, hayatta olanlar şimdiden kısırlaştırılabilirdi.
Hayatta kalanlar, her kaybettikleri can için bir fidan dikerek hem doğayı ve toprağı kurtarabilir, hem de canlarını sonsuza dek yaşatmanın anlamlı bir yolunu keşfetmiş olurlardı.
Yaz ayları yaklaşırken, çocuklar bazı projelerin içinde yer alarak, Köy Enstitüleri mantığı içinde, bazı şeyleri yapabilmeyi öğrenebilirlerdi.
Okullar, yeniden üretilmiş materyallerden tasarlanırken, her biri gelecekteki olası afetler için de şimdiden hazırlanmış olabilirdi. Böylece teknolojiyle okullar içi içe olurken, çocuklar ekolojik yaşam içinde büyürlerdi…
Bu alanda bölümleri olan üniversitelerden destek alınabilir, ülkemizin içinde yer aldığı “sıfır atık programı” için örnek oluşturulabilir ve geleceğin şehirleri yaratılabilirdi…
Bir faciadan, orada yaşayan herkesin faydasına olacak bir sonuç çıkabilirdi.
Onun yerine, bir sonraki depremde benzer sonu yaşayabilecek evler, alt yapı düşünülmeksizin, oy kaygısıyla apar topar yapıldı!
Bir kez daha paramıza, emeklerimize, insanlarımıza; kısaca maddi ve insani kaynaklarımıza yazık oldu!
Ve hala geç de değil! Bu yazıyı okuyup da benzer fikirde olan siyasetçiler olursa, ya da iş
insanları, sanatçılar, gönüllü vatandaşlar, hayırseverler, belki bir dönüşümü başlatırlar?
Tam da Cumhuriyetimizin 100.yılında…
Comments